Kültür; toplumlarda yaşayan insanlar tarafından yaratılır, yaşatılır ve ortaklaşa paylaşılır. Paylaşılan ve kabul edilmiş olan tutum ve değerler o toplumun kültürüdür. Kültür zamanla değişime uğrar. Bu değişimler insanda, toplumda ve onun oluşturduğu kültüre yansır. İnsan her şeyden önce bir doğa varlığıydı ve başlangıçta doğa ile uyum içinde yaşamını sürdürmekteydi. Yaşam gereksinimlerini doğadan toplayıcılık yoluyla karşılıyordu. Bundan sonraki aşamada, insan araç-gereç (alet) yaparak diğer doğa varlıklarının karşısında farklılaşmaya başladı.
Bedensel eksikliklerini alet üreterek gideren insan, artık doğrudan doğruya doğaya değil, ürettiği araç-gerece bağlı olarak yaşamını kurmaya ve doğayı değiştirip dönüştürerek kendisi için kılmaya başlamıştı. Böylelikle insan, yaşamak için zorunlu görevlerini doğa- dan ürettiği sayısız araç-gerece yükleyerek, içinde rahatça yaşayıp düşüncesini geliştirecek yepyeni bir doğa meydana getirmişti. Söz konusu araç-gereçler ilk kültür nesneleri olarak nitelenebilir. Bu araç gereçler, hem doğanın sunduğu olanakları hem de insan gereksinimlerini bir arada, kendi üzerinde yansıtır. Bu nedenle araç-gereçler, bir yönüyle doğayı değiştirir ve dönüştürür, diğer bir yönüyle de onu kullanan insanı dönüştürüp değiştirir. Yeni gereksinimler ortaya çıktığında ise, insan yeni araç-gereçler oluşturur ve geliştirir. İşte bu olgu kültür denilen üretimin temel olgusudur. Görüldüğü gibi burada doğa, insan ve ikisi arasındaki somut ilişki olan araç-gereç arasında üçlü bir etkileşim söz konusudur.
İnsanın üretim biçiminin üçüncü evresinde, tarım karşımıza çıkmaktadır. Tarım döneminde, doğa ürünleri artık insanın denetiminde ekilmekte ve biçilmektedir. Bu ise, bugünkü anlamda kullandığımız culture (kültür, ekin) kavramının köküdür. Toprağa yerleşme insan-insan dayanışması gereğini doğurmuş ve insanlık toplumsallaşma sürecine girmiştir.
İnsan-doğa ilişkisinde nesnel ürünler ortaya konduğu gibi, insan-insan ilişkisinde de toplumsal kültür nesneleri ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda kültür için, insanın, doğa ve toplum ilişkilerinde yaptığı üretimlerin toplamı ve onları kullanma biçimidir şeklinde bir tanım yapılabilir. Bu üretimlerin nesilden nesile aktarımı, biriktirme ve gelişmeyi içinde barındıran tarihsel bir sürecin oluşmasına neden olmuştur.
İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu,
İnsan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığını ve insanların korku ve yoksunluktan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiş bulunduğunu, insanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu,
Birleşmiş Milletler halklarının, Birleşmiş Milletler Kuruluş Belgesinde, temel insan haklarına, kişinin onuruna ve değerine, erkekler ile kadınların hak eşitliğine olan inançlarını teyit ettiklerini ve daha geniş özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyini sağlamaya kararlı olduklarını,
Üye Devletlerin, Birleşmiş Milletlerle işbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görmesi ve gözetilmesini sağlamayı taahhüt ettiklerini,
Bu hak ve özgürlüklerde ortak bir anlayışa sahip olmanın, bu taahhüdün tam olarak gerçekleşmesi için büyük önem taşıdığını göz önüne alarak,
Bütün halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu insan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder; öyle ki,
Her birey ve toplumun her organı bu Bildirgeyi daima gözönünde bulundurarak, bu hak ve özgürlüklere saygının yerleşmesini amaçlayan eğitim ve öğretim yoluyla; ve hem üye Devletlerin halklarında hem de egemenlikleri altındaki halklarda bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin olarak tanınmasını ve gözetilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası tedrici önlemler alarak çaba göstersinler.
Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vic- danla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
İnsan hakları bildirisi 30 maddeden oluşmaktadır.
Fransız Devrimi (1789)
1789 Fransız Devrimi’nin ardından, insan haklarını korumak amacıyla Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi yayımlandı. 26 Ağustos 1789’da Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1791’de kabul edilen Fransız Anayasası’na önsöz olarak eklenmiştir.
Madde 1: İnsanlar, hukuken özgür ve eşit doğar ve yaşarlar.
Çevrede olup bitenleri takip etmek, anlamlandırmak, gelişmek için adımlar atmak genel kültür üzerinde etkilidir. Gelişmek ve ilerlemek, sadece okullarda diploma almak- tan çok daha ileri bir kavramdır. Öyleyse sadece yiyip içip gezerek, üniversite eğitimi alarak genel kültürümüzü artırabilir miyiz? Herkes kültürlü olmak ve dikkat çekmek ister. Sorulan sorulara yanıt verebilmek, konuşulan konular üzerine mantıklı fikirler yürütebilmek, kendi bakış açılarımıza sahip olabilmek için genel kültür seviyemizin yüksek olması gerekir. Genel kültür nasıl gelişir diye soracak olursanız aslında bunun birbirinden farklı yolları bulunuyor. Fakat bu aşamada ailenin ve çevrenin etkisi çok fazladır kültürlü olmak için mutlaka aileden çevrenizden bir kültür aktarımı şart. Bu konuda İlber Ortaylı’nın da bir konuşması var onu da aktarmak istiyorum.
‘’Her şey kitapla olmaz. Mutlaka aileden biri göstermeli. Eğitimin önemi bu, eğitim bir çevre yaratacak çevren çok önemli. Hocasız eğitim olmaz. Ve daima eğitimde para önemli ama asıl önemli olan aile. Entelektüel olmak için üç tane üniversite bitirmelisiniz dediler ama kendinin bitirmesi değil deden, baban ve sen üniversite bitirdiğinde oluyor. 3 nesil. Ailede üniversite bitiren ilk kişi ilk okul mezunu oluyor. İkinci nesil lise, üçüncü nesil üniversite ondan sonraki nesil okuduğu zaman oluyor. Yani burada aile çok önemlidir. Kendisini bir şey olmaya adayan, vakfetmeye adayan kişi bir eğitimin, aileden aldığı kültürün ürünüdür. Bizim şu anda ki en büyük sıkıntımız ailelerin eğitimsizliği.’’
Bunların dışında genel kültür artırmak için yapılacak bir çok şeyde bulunmakta;
Kitap okuyun.
İlgi alanlarınıza yönelik araştırmalar yapın.
Kaliteli yapım olarak kabul edilen filmleri izleyin.
Tiyatro, sergi ve müze gezilerinizi ihmal etmeyin.
Online dersler alarak kişisel gelişim sağlayın.
Çeşitli müzik türleri hakkında bilgiler edinin.
Enstrüman çalın ya da farklı hobiler edinin.
Yeni öğrendiğiniz bilgileri not edip arada okuyun.
Dünyanın en büyük hayvanı mavi balinadır.
Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan ilk Türk yazarımız Orhan Pamuk’tur.
Atmosferin en alt tabakası Troposfer’dir.
Telefonu Alexander Graham Bell icat etmiştir.
Güneşe en yakın gezegen Merkür’dür.
Uzaya ilk giden canlı köpektir.
Dünyanın en yüksek dağı Everest olarak bilinse de Pasifik Okyanusu’nun tabanında yükselen Mauna Kea dağı aslında Everest’ten daha yüksek bir dağdır.
Dünyanın yuvarlak olduğu fikrini ilk ortaya atan kişi İyonyalı filozof ve matema- tikçi Pisagor’dur.
İlk Dünya Haritasını çizen Piri Reis Türk denizci ve kartograftır (haritacı). Osmanlı Donanmasında birçok deniz savaşına katılan Piri Reis, dünyaca ünlü “Kitab-ı Bahriye” isimli kitabında yazarıdır.
Aya ilk ayak basan kişi Neil Armstrong dur. Neil Armstrong 16 Temmuz 1969 tarihinde Apollo 11 uzay aracı ile uzaya çıkmış ve uzaya ilk ayak basan kişi olma unvanı kazanmıştır. Aya ilk ayak bastığında ‘Benim için küçük ancak insanlık için dev bir adım’ demiştir. Aya bıraktığı ayak izi ise aydaki atmosferik ortamdan dolayı silinmemiştir.
Telefonu icat eden kişi Alexander Graham Bell’dir. Bell’in annesi doğuştan sağırdı. Babası ve dedesi yıllarca işitme engelliler için çalıştı. Özellikle babası, işitme engellilere duymasalar bile konuşmayı öğretmenin yollarını geliştirmeye çalıştı. Bell’i bu sebeplerden ötürü işitme engellilerin sessizliğini ortadan kaldırmaya çalışırken telefonu icat etmiş oldu.
Beton, sudan sonra yeryüzünde en çok kullanılan ikinci maddedir
Bir renkli kurşun kalemin bitebilmesi için 56 kilometrelik çizgi çizmek gerekir.
Her yıl sadece Londra’nın metro istasyonlarında unutulan şemsiye sayısı 75 bindir.
İspanya milli marşı sadece melodiden oluşur, sözleri yoktur.
Hareket hâlindeki insanın ayak baş parmakları vücut ağırlığının yaklaşık %40’ını taşır.
Eski Mısır rahipleri vücutlarındaki bütün kılları tıraş etmek zorundaydı. Kaşlar, kirpikler de dâhil.
Uzaktan kumanda, ilk defa 1948 yılında Amerika’da kullanıldı. Televizyonlara kablo ile bağlı olan kumandanın görevi sadece ekran görüntüsünü büyütüp küçültmekti.
Dünyada yazımı en uzun sürmüş kitap, Johann Wolfgang von Goethe’nin yazdığı Faust’tur. Yazmaya 21 yaşında başlamış ve 36 yıl sonra bitirmiştir.
Guinness Rekorlar Kitabı, insanların rekorlarının yazılı olduğu bir kitaptır. İlk defa kendi rekorunu da kitaba yazmıştır. Bu kitabın kendi rekoru ise dünyada en çok çalınan kitap olmasıdır.
Kapalı Maraş’ın yaklaşık 2 km’lik kısmı ve sahilin arka caddesi olan Demokrasi caddesi, 8 Ekim 2020’de halkın ziyaretine açılmıştır.
45 otel, 60 apartman otel ve 10 binin üzerinde yatak kapasitesiyle tam bir turizm cennetidir.
Akdeniz’in Las Vegas’ıdır.
3 binden fazla işyeri vardır.
99 eğlence merkezi vardır.
25 müzesi vardır.
24 sinema ve tiyatro merkezi vardır.
21 banka vardır.
2 spor tesisi vardır.
Maraş Bölgesi; hareketli, canlı ve cıvıl cıvıldır.
1974
Nüfusu 1 milyon.
Yüzölçümü 2.678 km2
Komşu iller; Afyonkarahisar, Konya, Ankara, Bolu, Bilecik, Kütahya.
İlçeleri; Alpu, Beylikova, Çifteler, Günyüzü, Han, İnönü, Mahmudiye, Tepebaşı, Sarıcakaya, Seyitgazi, Sivrihisar, Odunpazarı.
Tarihi Odunpazarı Evleri, Odunpazarı Modern Müzesi.
Porsuk Çayı, gondol turu ile keyifli bir gezi deneyimi yaşayabilirsiniz.
Sazova Bilim Sanat ve Kültür Parkı, TÜVK Dünyası Bilim Kültür Sanat Merkezi.
Eti Sualtı Dünyası.
Lületaşı Müzesi.
Şelale Parkı, Kentpark, Balmumu Heykeller Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Kurtuluş Müzesi.
Gelişen ve değişen dünyada, her alanda olduğu gibi sağlık alanı da, insanlar için gelişmeye devam etmektedir. İnsanlar artık, bulundukları ülkenin olanaklarına bağlı kalmadan, sağlık hizmeti almak için başka bir ülkeye seyahat etmektedir. Bu durum sağlık turizmi olarak adlandırılmaktadır.
Sağlık turizmi, insanlar için oldukça önemli bir durumdur. İnsanlar, sağlıklarına kavuşmak, sağlıklarını korumak veya geliştirmek için güvenli bir sağlık kapısı arayışı içindedir.
Türkiye, eşsiz ve stratejik coğrafi konumu ile Avrupa, Asya ve Orta Asya’ya sınırı bulunan iki kıta arasındaki kavşak noktasıdır. Birçok ülkeden uçakla kolay ve kısa sürede ulaşılabilir. Türkiye, geçmişinden gelen misafirperverlik geleneğini medikal turizm hizmeti anlayışıyla birleştirmiştir. Sağlık turistinin Türkiye’ye ayak basmasından itibaren, evine uğurlanana kadar ihtiyaç duyabileceği her türlü hizmet, uzman sağlık personeli ve acente yetkilileri tarafından karşılanmaktadır. Türkiye’de sağlık turizmi tarihçesine bakacak olursak;
— 1990 – 2000 yılları arasında, sağlık turizmi konuşulmaya başlanmıştır.
2000 – 2005 yılları arasında, sağlık turizmi medya gündemine girmiştir.
2005 – 2008 yılları arasında, sağlık turizmi çeşitliliğinde medikal turizmi öne çıkmıştır.
2005 – 2010 yılları arasında, STK, kamu ve özel sektörde sağlık turizmi farkında lığı oluşmuştur.
2010 – 2014 yılları arasında, stratejik eylem planında yer almıştır. 2010 yılında, Sağlık Bakanlığı Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü kurulmuştur.
Yine 2010 yılında sağlık turizmi ile ilgili ilk mevzuat değişikliği yayınlanmıştır.
Sağlık Turizmi Sağlık Bakanlığının, 2023 vizyonuna girmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin sağlık turizmi potansiyeline işaret etmiştir.
Hükümet politikası haline gelmiştir.
Bunlara ek olarak, Sağlık Turizmini Geliştirme Konseyi (THTC), 2005 yılında sağlık turizmi faaliyetlerini geliştirmek ve ulusal çabaları birleştirmek amacıyla kurulmuştur.
Sağlık turizminin sadece hastanelerde tedavi için gidilen bir turizm çeşidi olarak değerlendirilmemesi gerekir.
Sağlıklı yaşam sunan her türlü turizm, sağlık turizmi kabul etmek gerekmekle birlikte sağlık turizmi 3 ana başlıkta değerlendirilmektedir.
Bunlar;
1.Tıp Turizmi,
2.Termal Turizmi,
3.Yaşlı ve Engelli Turizmidir.
Sağlık turizminin birçok sebebi vardır. Yapılan araştırmaların sonucu olarak bunları kısaca incelemek gerekirse ülkelerin yüksek teknolojileri içeren sağlık hizmetinin yokluğu veya azlığı, daha kaliteli sağlık hizmeti alınması,tedaviyle birlikte tatil yapma arzusu, sağlık hizmetlerinin kendi ülkelerinde pahalı olması, kendi ülkesinde herhangi bir sebepten dolayı ameliyatının bilinmesini istenmemesi, Ülkesinde iklim ve coğrafi olarak tatil için kısıtlı imkan olduğu durumlarda yapılan turizm hareketliliği, çoğunlukla termal tesisin ve termal Turizm imkanlarının çok olduğu bir ülkede tatil yapma talebi, Kronik hastaların, yaşlıların ve engellilerin başka ortamlara gitme ve tedavi olma isteklerinin oluşması, Uyuşturucu ve farklı bağımlılıkları olan kişilerin farklı veya daha uygun ortamlarda olma istekleri, Kişinin hayata tutunma ve yaşam isteği. Sağlık turizmini kısaca özetlemek gerekirse insanların daha iyi imkanlar da sağlık hizmetleri almak için yaptıkları seyahatler diyebiliriz. Bununla birlikte sağlık turizmi dünya da ve ülkemizde oldukça hızlı gelişmekte ve önem kazanmaktadır.
Türkiye’de daha önceleri yalnızca özel hastanelerde yoğun olarak hizmet verilen sektör olan sağlık turizmi, günümüzde kamu hastaneleri ve üniversitelerde alt yapı güçlendirilmesi ile daha yaygın hale getirilmektedir.
2019 yılında sağlık turizmi ve turistiğin sağlığı kapsamında ülkemizde 701.046 hasta sağlık hizmeti almıştır.
2020 yılında yaşanan küresel salgın sebebiyle sağlık turisti sayısında gözle görülür bir azalma meydana gelmiştir.
2021 yılında 670.730 kişi sağlık hizmeti almış,
2022 yılında toplam 1.258.382 kişi sağlık hizmeti almıştır.
2023’ün ilk iki çeyreğinde toplam 746.290 kişi sağlık hizmeti almak için ülkemize gelmiştir.
Uluslararası hastaların en çok tercih ettiği klinik branşlar sırasıyla; Plastik Cerrahi, Çene Cerrahisi, Kadın hastalıkları, iç hastalıkları, göz hastalıkları, tıbbi biyokimya, genel cerrahi, diş hekimliği, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları ve kulak-burun-boğaz, şeklindedir.
Ülkemizde son 20 yılda yapılan özel ve kamu hastaneleri teknolojik donanım ve fiziki şartlarıyla batı ülkelerini aratmayacak bir yapıdadır. Ayrıca termal turizm olarak kaynak açısından dünyada yedinci, Avrupa da birinci sıradayız. Bu alanda çok donanımlı ve köklü termal oteller hızla yapılmaya başlanmıştır. Hastanelerimizdeki batı standartlarındaki sağlık hizmetlerini ve termallerini kendi insanımıza sunduğumuz gibi çevremizde yaşayan tüm insanlara sunuyoruz.
Ülkemize de yapılan sağlık turizmi yapılan araştırmaların sonucu olarak ülke sıralaması su şekildedir Almanya, Hollanda, Fransa, Türk Cumhuriyetleri, Avusturya ve Orta Doğu Ülkeleridir. %70’i bu ülkelerden gelmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu gelen bu hasta sayılarının %92 gibi büyük bir bölümü özel hastaneleri tercih etmektedir. Yine yapılan araştırmalar sonucu olarak Göz, Diş, Ortopedi, Kardiyoloji, Onkoloji, Plastik Cerrahi ve Beyin Cerrahisidir ve %80’i bu branşlara gelmiştir.
Son yıllarda özel sağlık hizmetleri de hızla gelişmeye başlamıştır. Türkiye; modern hastaneleri, yetişmiş insan gücü, alanında uzman doktorları, teknolojik altyapı ve tecrübe birikimi ile Avrupa standartlarında hizmet vermektedir. Türkiye’deki birçok özel hastanenin hizmet kalitesi dünyaca ünlü akreditasyon kuruluşlarınca onaylanmıştır. Bu bağlamda Türkiye, dünyada ikinci sıradadır. (Türkiye de akredite olmuş 42 onaylı sağlık kuruluşumuz vardır.)
Türkiye coğrafi konumu, sahip olduğu sağlık kuruluşları, sektördeki yetişmiş ve eğitimli insan gücü, kaplıcaları ve doğal güzellikleri ile Sağlık Turizmi açısından bir çekim merkezidir. Hem tarihi ve kültürel zenginliği, hem de sağlık alanındaki gelişmişlik seviyesi ile Türkiye, dünyanın on gözde ülkesinin içinde yer almaktadır.
Türkiye, ileri teknoloji kullanan ve fiyat avantajı sunan sağlık tesisleri ile Sağlık Turizminin parlayan yıldızıdır. 2008 yılından 2023 yılına kadar ülkemizi sağlık turizmi için ziyaret eden hastaların sayısı her yıl sayısını ikiye katlayarak hızlı bir yükseliş içindedir.
Bu doğrultuda Ülkemizi için sağlık turizmini önemli kılan muhtemel bazı hususlar şunlardır:
Sağlık Turizmi ülkemiz için Yeni istihdam alanları ve niteliğini belirler.
Ülkemizin Ekonomik açıdan katma değerini yüksektir,
Ülkemizi Uluslararası arenada güçlü ülke imajı ve prestijinin artmasını sağlar.
Ülkemizin Önemli bir tanıtım ve reklam aracıdır.
Ülkemizi Olumlu yönde sosyokültürel etkileşim sağlayabilir,
Ülkemizdeki Turizmin dört mevsim, tüm yıla yayılmasını sağlar
Ülke Turizminin yapısını, boyutunu ve ticaret hacmini genişletir,
Ülkemizin Uluslararası iletişimi güçlendirir ve dostluklar kurmasına yardımcı olur.
Ülkemizde sağlık turizminin yükselişi için kuşkusuz ki Özel sağlık kurumlarının önemi oldukça büyüktür.
Bu alanda Ortadoğu Sağlık Grubu olarak üzerimize düşeni yapmaya çalışmakta, Ankara’da ve İstanbul da bulunan sağlık kurumlarımızla hizmet vermekteyiz. Ankara’da iki özel hastanemiz, tıp merkezimiz güzellik salonlarımız ve Ankara ve İstanbul’da bulunan Türklab laboratuarımızla akredite olarak, ulusal ve uluslar arası düzeyde, ülkemizdeki hastalarımıza ve sağlık turizmi açısından gelen hastalarımız için 42 yıllık deneyimimiz ile tam donanımlı uluslararası sağlık hizmeti vermekteyiz.
Yenimahalle de bulunan hastanemiz 15000 metre kare alan üzerine 15 katlı, 140 maksimum yatak kapasitesinin %80’ini kullanmakta olup, 5 ameliyathanesi, 40’tan fazla polikliniği, 2 doğum salonu, 8 yenidoğan yoğun bakım ünitesi, 25 yoğun bakım ünitesi, tümü özel ve suit odalardan oluşmakta olan hasta odaları ve 400’den fazla çalışanıyla faaliyettedir.
Günlük yaklaşık 1500 hastaya hizmet verme kapasitesi bulunan hastanemiz ortalama olarak 1000 hastaya hizmet vererek kapasitesinin %80’ini aktif olarak kullanmaktadır. Hastanemizde aylık 500 den fazla ameliyat gerçekleşmektedir.
Hastanelerimiz, sektörün de iyi yetişmiş ve eğitimli insan gücüne sahiptir. Yabancı dil bilen doktor ve sağlık çalışanlarıyla iletişim konusunda sorun yaşanmamaktadır. Sağlık turisti, kafasında oluşan her türlü soruya kolaylıkla cevap alabilir. Ayrıca ameliyat öncesi ve sonrasında gerek doktorlar gerekse hemşireler tedavi olan sağlık turistini yeterli düzeyde bilgilendirerek moral olarak iyi olmasını sağlamaktadırlar.
Sağlık turizmi açısından hastalarımızın tedavilerinin başlangıcından ülkelerine dönene kadar olan sürecinde güvenleri konforları ve hizmet kaliteleri açısından özel olarak ilgilenmekte ve tedavilerini tamamlamaktayız.
Yine Ankara İncek hastanemiz Türkiye’de bir ilk olan tam teşekkürlü fizik tedavi ve Rehabilitasyon hastanesidir. Hastanemiz 7500 metre kare yeşil alan üzerine kurulmuş, 182 yatak kapasiteli bir hastanedir. Hastanemiz bütüncül tedaviyi ilke edinmiş Rehabilitasyon hastalarını fizik tedavinin yanı sıra nöroloji, psikiyatri, kardiyoloji, dahiliye, cildiye, radyoloji ve laboratuar desteklerini de ekleyerek tedaviyi tam kapsamlı olarak ele almıştır.
Hastanemiz ileri derecede teknoloji donanımına sahip cihazlarımızla ve bunun yanı sıra, konusunda en iyi doktorlarımız, fizyoterapistlerimiz ve yardımcı sağlık personelleri ile hastalarımızın tedavilerini güçlendirmeyi ilke edinmiştir.
Çok uzun süreli tedavi gerektiren rehabilitasyon hastaları ve hasta yakınları için bu süreç maddi ve manevi zor bir dönemdir. Biz bu süreci tam anlamıyla bütüncül bir tedavi olarak görmekte ve hastalarımızın bu zorlu sürecini kolaylaştırmak için elimizden geleni yapmaktayız.
Hastanemizde; Rehabilitasyonlu havuz tedavisi(hidroterapi), hasta ve hasta yakınları için art terapi, sosyal faaliyetler, el-göz koordinasyonu, hasta ve hasta yakınları için ebru sanatı, seramik çalışması, müzik dinletisi ve birçok sanatsal faaliyetler ile ruh sağlığını ve beden sağlığını koruma ve geliştirmeyi amaç edinmiştir.
Konuşma terapisi, yutma terapisi, denge problemlerini oyun oynayarak ortadan kaldırmak adına sanal oda, iş kazaları ve el-kol rehabilitasyonu için ergoterapi odası,
300 metre kare üzerinde rehabilitasyon salonlarımızla hizmet vermekte ve hastalarımız için tüm bu tedaviyi paket olarak vermekteyiz.
Hastanemizi Ortadoğu sağlık gurubuna eklediğimizden itibaren tedavi sürecimizde bir çok başarı hikayemiz olmuştur. Sadece göz teması olan ve solunum cihazına bağlı gelen bir çok kronik rahatsızlığı olan ve yatak yaraları ciddi boyutlarda ilerlemiş hastalarımızı, 1- 2 yıllık tedavi sürecinden sonra baston ile yürüyerek uğurlamanın haklı gururunu yaşıyor bunları sizinle paylaşmaktan onur duyuyoruz.
Başta ülkemiz ve tüm dünyada genel sorun gibi görünen, insani duygularımızın esaretin de kaldığımız ama inkarda edemediğimiz, yatağa bağımlı hasta sorunu, yaşlı sorunu, rehabilitasyon hasta çokluğu sorunu artmaktadır. Biz bu sorunu yaşlı bakım evleri düşüncesiyle değil bedensel sağlık ve psikolojik sağlık olarak, işin uzmanları ile ele alıp hastalarımız için tedavi programları oluşturmanın onurunu yaşıyoruz.
Genel sorun olarak görünen bu konular tam bir sağlık sorunudur bunun bilincinde olmak ve hizmet vermekten onurluyuz..
42 yıldır önce insan ve sağlık diyerek hastalarımızın tercih ve değerlerine saygı duyarak hizmetimize bilimsel ve etik kurallara uygun olarak devam edeceğiz.
Ortadoğu Sağlık Grubu olarak, kaliteli ve ekonomik sağlık hizmetleriyle öncelikli olarak komşu ülkeler olmak üzere tüm diğer ülke vatandaşlarına sağlık turizmi kapsamında hizmet vermeye hazırız. İnanıyoruz ki; pek yakında, Sağlık turizmi konusunda dünyada bir numara olacağız.
Saygılarımla…
Dr. Eyüp ÖZEREN
Eski Vali Konağı’nda Dede Korkut’tan Pir Sultan Abdal’a, Karacaoğlan ‘dan Neşet Ertaş’a kadar söz ustalarının yaşamları, eserleri,
Geçmişten günümüze kullanılan müzik aletleri sergileniyor.
Bozkır’ın Tezenesi’nin sözleri, “ Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz, dünya senin vatanın mı yurdun mu?’’
Kültür Evi’nde büyük ozan Neşet Ertaş’ın heykeli her ziyaretçiye “ Hoş geldin “ diyor.
Kırşehir, dayanışmanın ve bilgeliğin şehri.
Anadolu fikriyatına yön vermiş pek çok şair, düşünür ve mutasavvıfın yetiştiği yer.
Cacabey Gökbilim Medresesi, UNESCO Dünya Mirasındaki mekan.
Kırşehir’in Terme, Karakurt, Bulamaçlı, Mahmutlu kaplıcaları var.
Ahi Evran, Aşık Paşa, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali, Yunus Emre.. Bu yörede yaşamışlardır.
Milli Mücadele Durağı; Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra Mustafa Kemal Paşa 21-22 Aralık 1919 da Mucur’da, 23-24 Aralık 1919 da Kırşehir’de konaklamış, büyük bir coşkuyla karşılanmış, destek almıştır.
Müzikle tedavinin Türkiye’de ve dünyada binlerce yıllık bir geçmişi vardır.
Müzikle tedavi alanında özellikle Avrupa, Amerika lisans ve yüksek lisans düzeyinde müzikle tedavi eğitimi verilip dernekler kurularak bilimsel konferans ve kongreler düzenlenmektedir.
Norveç’te müzikle tedavi programı Norveç Müzik Akademisinde yüksek lisans programı olarak sunulmaktadır. Bu programdan mezun müzik terapistleri engelli çocuklarla, tutuklularla, huzur evindeki yaşlılarla ya da psikiyatrik hastalar ile çalışabilmektedirler.
Türkiye’de Tıp Fakültelerinde, özel hastanelerde ve özel merkezlerde birçok bölümde Türk müziği ile tedavi çalışmaları başlamıştır.
2007 yılında Ege Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Bölümünde kanser hastaları üzerinde müziğin kemoterapisinin yan etkileri ve hastaların kaygı düzeylerine etkileri araştırılmıştır. Hastaların %76‘sı bu tedavi sürecinin yararlı olduğunu belirterek müziğin kendilerini dinlendirdiğini, huzur verdiğini, mutlu ettiğini, dikkatlerini hastalıktan ve ortamdan uzaklaştırdığını söylemişlerdir.
Yapılan çalışmalarda müzikle tedavi uygulamaları; iklim değişiminin yol açtığı rahatsızlıklarda etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle tedavi; ruh sağlığı, psikolojik travmalar, kişilik bozukluklarında etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle tedavi; engellilerin yaşam kalitesini artırma, yaşlıların toplumla bağlarının kopmaması, ağrının etkisini azaltması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle Tedavi; suçluların topluma kazandırılması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.
Müziğin bilinçli bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilmesi için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.
Resim, renklerin birleşmesinden; şiir, kelimelerin birleşmesinden nasıl oluşmuşsa; müzik de seslerin, duygu, düşünce ve heyecanımızı anlatmak üzere belli bir estetik anlayışına göre seçilip işlenmesinden oluşmaktadır.
Müzik hem bir sanat hem bir bilimdir, duygusal olarak algılanışının yanı sıra akıl ile de kavranabilir.
Müzik; insanın doğaya eklediği uyumlu seslerdir.
Müzik; bir takım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatıdır.
Bütün müzik türleri için ana öğeler ritim, tonalite, dinamik ve ses rengi olarak belirtilir.
Müzik; duygu, düşünce ve imgeleri tek sesli ya da çok sesli olarak anlatma sanatıdır.
Müzik; bir biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan yapıtların çalışması ya da söylenmesidir.
Eski çağlardan başlayarak müziğin, güç kazanma; hastalığa, ölüme, doğuma, evlenmeye, savaşa, eşlik etme, başarıyı ve kazancı sağlama amacının da gösterdiği gibi insanoğlu müzikle korunmaya inanmıştır.
Din, felsefe, matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları, müziğe önemli yer ayırmışlardır.
Pek çok ulus, şarkıları kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa aktararak saklamıştır. Müzik, yüzyılların ötesinden, zamanın ve yaşayışının süzgecinden geçerek gelir. Bu bakımdan müziğin, zaman içinde gereksemelere uygun olarak değişmesi doğaldır.
Hayatında hiç müzeye gitmeyen, hiç tiyatro seyretmeyen, kitap okumayan, heykel ya da ciddi bir mimari eseri görmeyen insanlar vardır ama hiç müzik dinlemeyen insan yoktur.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi başka bir ifade ile piramidi var. Piramidin tabanından yukarıya doğru sıralarsak:
Fizyolojik ihtiyaçlar
Güvenlik ihtiyaçları
Sosyal ihtiyaçlar
Saygınlık ihtiyaçları
Kişisel doyum ihtiyaçları İnsanlar, bu sıralamaya göre bir alttaki ihtiyacını karşılamadan üstteki ihtiyacına odaklanamaz. Sırayla olur ancak. Maslow’a kesinlikle katılıyorum. Ve ben tüm insanların saygı duyulmaya ihtiyacı ve hakkı olduğuna inanıyorum.
Dertleşerek iyileşeceğiz.
Birbirimiz için var ve hazır olduğumuzu hissettirmeliyiz.
Milli bir matem içerisindeyiz.
Her birimiz öteki için tutunacak dal olmalıyız.
Beni aşan, gücümü geçen olaylara travma diyoruz.
Travma endişe ve korkuyu tetikler.
Travması olan insanlara, parmak uçlarınızdan yürüyerek yaklaşın.
Mutlaka güvenlik ortamını sağlayın.
Sükûnet ile konuşun.
Afet sonunda intiharlar artmaktadır.
Alkol, madde kullanımları artmaktadır.
Hayatı, rutinleri yoluna koymak lazım.
Temel ihtiyaçlar karşılanmalı.
Yas dalgalar halinde gelir.
İnsanlara ümit aşılamalıyız.
İnancı insanlar için bir şefkat, merhamet olarak takdim edelim.
Kendimizi eylem sahibi yapmak zorundayız. Yeni bir şuurla, ahlakla şehirlerimizi yapmak zorundayız.
Hasımlarımızla ortak düzlemler aramalıyız.
Buhran zamanları, kriz zamanları hayatı yeni bir bakışla görebileceğimiz zamanlardır.
Bu zamanlar bir fırsat sunan zamanlardır.
Yasımızı tutacağız ama sonsuza kadar değil.
(Deprem konuşmasından derlenmiş özettir.)
Prof. Dr. Kemal Sayar
Psikiyatrist
Depremde en çok etkilenen afetzede kadınlarımız ve çocuklarımızdır. Kişisel ihtiyaçlarında, güvenliklerinde, doğal süreçleri sorunsuz yaşamalıdırlar.
Ayni ya da nakti yardım aksatmadan sürdürülmelidir.
Gönüllüler çoğalmalıdır.
İlaç, dezenfeksiyon malzemeleri, güncel tıbbi ürünler bağış yapılmalıdır.
Çöp sorununa dikkat çekilmeli, bulaşıcı hastalıklara karşı tedbir alınmalıdır.
Yardımlar çeşitlendirilmelidir.
Psikolojik destek şart.
Fikir liderleri olan insanlarımız sahaya.
Depremzedelere bilimsel temelli ve motive edici programlar yapılmalı.
Biz bunu da aşarız çünkü bu memleket bizim. “ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim. Nazım Hikmet “
Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).
Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.
Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.
Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).
Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.
Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.
Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.
Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.
Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.
Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.
Dr. Özlem GÜLER AYDIN
Psikolog
(Kahramanmaraş merkezli 10 ilde yaşanan felaket üzerinden değerlendirmede bulunuyor.)
Allah, Dünyada kendine benzer (Esmau’l-Hüsna) özgür iradeli bir varlık olan insanı yaratıp onu ahlaki bağlamda denenmeye tabi tutarak (din) riske girmiştir. “Risk” kavramı, bu bağlamda insandan beklentisinin hasıl olup olmayacağı anlamındadır(80/23). Zira Allah, insanı, O’nun beklentisi (iman-salih amel/cennet) doğrultusunda zorlamamıştır. Denenme olgusu (Bela-Fitne), doğal kötülüklerin (şerr-musibet) ve doğal iyiliklerin (rızık, nimet, lütuf, ikram) olduğu riskli bir ortamda gerçekleşmektedir (2/155, 21/35). “Biz insanı acı, sıkıntı, zorluk, gerilim (kebed) ortamında yarattık” (90/4). İnsanın kendisi de iyilik ve kötülük (hayır-şerr) kabiliyetleri ile yaratılmıştır (91/7-10) ve herkes, -hem Dünyada, hem de Ahirette- yaptıklarının rehinidir(52/21,74/38). Allah, kendini ve insanı riske açmıştır/atmıştır. Riske giremeyen, “Tanrı” olamaz; oyun oynar. Allah, İnsanı yaratmakla, oyun(abes) oynamadığını vurgulamıştır(23/115). Tanrı’ya “kötülük” –yapmayı değil-; yaratmayı (Teodise) layık görmeyen çocuksu teolojiler (Örneğin: Hıristiyanlık-Yahudilik), “Denenme” olgusunun ciddiyetini doğru kavrayamadıkları için, insanların dinden çıkmasına sebep olmuşlardır: 1755 Lizbon Depreminden (doğal kötülük) sonra Hıristiyanlıktan; Hitlerin yaptığı Holokosttan(insani kötülük) sonra da Yahudilikten irtidatların arkasında yatan budur.
Doğadaki nesnelerin/şeylerin birbirinden farklı olarak tasarımlanmaları ve nedensellikle tekrar eden doğa olayları, Kur’an’da “Kader-Takdir” kavramları ile nitelenir(25/2, 13/8, 36/39, 87/3…). Bunlardan bir kısmının insan cinsi ile irtibatından ölüm, zarar, acı, ıstırap, sıkıntı doğurmasından dolayı; insanlar tarafından, “Felaket” veya “Afet” olarak isimlendirilmiştir: Deprem, yanardağ patlamaları, virüslerin sebep olduğu hastalıklar (pandemiler), kasırgalar, kıtlık-kuraklık, sel-heyelan, çığ, orman yangınları vs. Bunlar, aslında doğanın kendini sürdürmesinin ontolojik unsurlarıdır. İnsanların kendi özgür iradeleri ile doğurdukları savaşlar ve zulümler de, “kötülük (şerr)” örnekleridir.
Bunlar, “denenme” ortamının potansiyel risk unsurlarıdır. “Deneme/Din”, bu kötülükleri azaltma çabası; yani yeryüzünü “imar” etmek ve insan cinsini “ıslah” etmektir. Bu süreçte karşı karşıya kalınan zorluklara direnmek(sabır)tir (2/155). Allah, herhangi bir kötülük potansiyelini, herhangi bir insan topluluğuna “denenme” olsun diye manipüle etmez, özel olarak yönlendirmez. Kötülükler, doğadan veya insan iradesinden doğar. Peygamber gönderilen toplumların, onlara karşı ortaya koydukları kötü tavırlar sonucu gerçekleşen “Helâk”lar, “Olağanüstü Hal” kanununa göre gerçekleşmeleri, bunun dışındadır (5/111-115).
Normal durumlarda insanların karşı karşıya kaldıkları kötülükler (Musibet), insanların kendi ihmalleri (yapmadıkları) veya iktisapları(yaptıkları)ndan dolayıdır (30/41, 39/51, 42/30, 44/38…). Bir doğa olayının, insanlar için “felaket” veya “afet” durumuna (musibet) dönüşmesinin sebepleri, insanların cehaletleri/ihmalleri, zafiyetleri veya ihanetleridir. Bunların doğurduğu sonuçları, “Kader” kavramı ile Allah’ın üzerine atmak, iftiradır ve zulümdür. Kur’an’ın “Kader” kavramı (kuş uçar, taş düşer, fay kırılır…) ile Sünniliğin “Kader” kavramı arasındaki fark budur.
Allah ile insan arasındaki ahlaki ilişki Kur’an’da “Sünnetullah (33/62, 35/43)” kavramı ile ifade edilir; “Kader” kavramı ile değil. Bu ilişkinin işletilmesi de, insanın özgür iradesine bağlanmıştır: “Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe; Allah, onların durumunu değiştirmez.” (13/11) veya “Kör, Allah’a nasıl bakarsa; Allah da köre öyle bakar.” Yani küllî irade, cüzî iradeye bağlıdır.
Deprem konusunda “Fetva” mercii Jeologlar ve Deprem bilimcilerdir; ilahiyatçılar değil. Örneğin, deprem bilim profesörü Naci Görür’ün: “AFAD’ın “Afet Bakanlığı”na çevrilmesi gerekir” önerisi, doğrudur. Turizm geliştirmek için “Bakanlık” kurmaktan bin kat daha elzemdir.
Cumhurbaşkanının, son depremden sonra bölgede halkla konuşurken sarf ettiği: “Olanlar oldu; bunlar, hep kader planının içinde olan şeyler” cümlesi, Sünnîliğin geliştirdiği “Kader (Cebir)”in ifadesi olarak, Kur’an açısından külliyen yanlıştır. Fay hattının kırılmasının doğurduğu “felaket” sonucu için: “Allah’tan geldi” yargısı doğru değildir. Fayın kırılma “kanunu”, Allah’ın Kaza ve Kaderidir. Bunun “Felaket” veya “Afet” e dönüşmesinin sebepleri cehalet, ihmal, zaafiyet ve ihanettir. Failleri müşterek ve müteselsildir. Anadolu kıtasındaki fay hatlarının kırılma tarihleri ve periyotları geriye doğru (Bizans-Osmanlı) bilindiği halde; fay hatları üzerine yerleşke (şehir-kasaba-köy) kurmak cehaletin, ihmalin, zayıflığın (“Bir şey olmaz”) sonucudur. Felakete sebebiyet veren failler mülk sahipleri (meskûn), bina yapanlar (müteahhit-mühendis) ve bunları denetleme sorumluluğunu üstlenen yerel yönetimler (Belediyeler) ve siyasal iktidarlardır. Depremi, Allah’ın “birilerine” ve bir “yere” kasdî olarak yönlendirilmiş eylemi anlamında “Kader” olarak öğreten Sünni alimlerdir. Yerleşkeleri, tarihte olduğu gibi, dağ eteklerine yapma imkânı olduğu veya depreme dayanıklı binalar yapma teknik imkânı olduğu halde; bunu yapmayan veya denetlemeyen herkestir. Tarım arazilerini/ovaları şehir, kasaba ve köye (emlak-arsa) dönüştürenlerdir. Felaketlerdeki ölümleri “Ecel-Kader” kavramı ile Allah’a bağlayan din alimleri-din adamları ve bu sakim yorumun işine geldiği siyasilerdir. İnsanın, kendi ihmali veya ihanetinin ortaya çıkardığı yıkım ve ölüm sonucunu, “Kader” veya “Ecel” kavramları ile Allah’ın üzerine atması, dindarlık görünümü altında ahlaksızlıktır.
Uzun süre sonra yıkıntılar altından canlı çıkarmak, yaşama tutunan ve onu kurtarmak için dişini tırnağına takan kahramanların mucizesidir. Kendisi mucize olan insanın ortaya koyduğu “mucize”dir.
Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de “ümran” faaliyeti, bugün yol-köprü, tünel yapmaktan önce, “Kentsel Dönüşüm” ve “Bina Denetimi”dir. Birinciler olmadığında,en çok zahmet çekeriz; ikinci olmadığında, kitlesel olarak ölüyoruz. Deprem coğrafyasında, fay hatlarını ve kırılma periyotlarını beyin korteksine kazımaksızın; yüz yıllar boyunca yığma taştan evler, betonarme çok katlı tabut/mezar binalar yapmak, akla ziyan bir tutumdur. 1939 Erzincan depreminden sonra, şehrin aynı mekânda yeniden yapılması, bunun bir örneğidir.
“Makasidu’ş-Şeria”ya göre yol, köprü, tünel yapmak “Tahsiniyyat (olmasa da, olur)”; kentsel dönüşüm ve bina denetimi, “Zaruriyyattır (olmazsa, olmaz)”. Gözle görünmeyen bir mefsedeti/riski bertaraf etmek/defetmek; gözle görülür bir menfaati celp etmekten/temin etmekten daha evladır.(Def-i mefasit, celb-i menafiden evladır.” Mecelle).
Deprem sonrasında halkımızın, İslam dünyasının ve insanlığın bölge halkına karşı gösterdiği dayanışma, İslami anlamda “Ruh”un (merhamet, paylaşma, dayanışma) henüz ölmediğinin bir kanıtıdır. Ancak, ruhun diğer parça olan kafa/akıl, mantık, tedbir (Japonya), bu coğrafyada olabildiğince zayıftır. Bir “akıl tutulması” mevcuttur.
Enkaz altından günlerce sonra kurtarılan 70-80 yaşlarında bir teyzenin, dışarı çıkmadan önce, -masum ve muhterem bir şekilde- bir “başörtüsü” talebinde bulunması, bu topraklarda “dindarlık” vurgusunun, ağırlıklı olarak nelere yapıldığı -ve nelere de yapılmadığının- manidar bir göstergesidir. Saçın görülmesinin günahı, imar affının günahından büyük olarak gösterildi. Oysa, “İmar Affı” kavramı, tek başına hem halkımızın, hem de onların yerel ve siyasal temsilcilerinin ahlaki-hukuki-dinsel karakterini ele veren “affedilmez” büyük bir günahıdır.
“Nush/nasihat ile uslanmayanı, etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Heyhat! Deprem “köteği” ile dahi uslanmıyoruz. “Bu, neden sürekli benim başıma geliyor?” diyorsan; bir şaman, bir “Ayet” gücünde şöyle der: “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.” Ancak, “Her musibet, bir nasihattir; ne musibet biter, ne de nasihat.” sözü, -maalesef- bu topraklarda söylenmiş ve bu toprakların ruhunu/karakterini ele veren en doğru sözdür. Bu deprem, bir kısmının kendini “Dindar”; bir kısmının da kendini “Çağdaş” olarak tanımlayan bir toplumun şehircilik, inşaat, mimarlık, mühendislik alanlarında ahlaktan-medenilikten yoksun olduğunu bir kez daha yüzüne vurarak el-aleme rezil etmiştir. Hasılı, toplum olarak “iş, ‘bildiğimiz’ gibi değil”; daha doğrusu, yaptıklarımız, “mış gibi”.
Prof. Dr. İlhami GÜLER
Kelam Hocası
YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN PEK DUYMAK İSTEMEDİKLERİ SÖZLER
*Bir süre sonra (kendini) daha iyi hissedeceksin.
*Ne hissettiğini biliyorum/anlıyorum.
*Ağlama artık.
*Ailen için güçlü olmalısın / kalmalısın.
*Her şeyin bir nedeni var.
*O çok iyi bir insandı. Allah, onu yanına almak istedi.
*Zamana bırak, zaman her şeyin ilacıdır.
*Çocuklarını düşün, bırakma kendini.
*Sen de hastasın, ağlama bir şey olacak.
*Kendini meşgul et, düşünme bu kadar artık.
*Daha kötüsü olabilirdi.
*Ölenle ölünmüyor.
*Hayat devam ediyor.
*Senden daha beterlerini düşün.
*Gençsin toparlarsın.
*Sakin ol.
YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN DUYMAK İSTEDİKLERİ SÖZLER
*Kaybınız için gerçekten çok üzgünüm.
*Umarım doğru cümleler kurabilirim, sizin için burada olduğumuzu bilmenizi isterim.
*Yaşamayan anlayamaz, çok haklısınız, yanınızda durabilir, sizi dinleyebilirim. Anlatmak ister misiniz?
*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum (SESSİZ KAL).
*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum, ben de __ kaybettiğimde __ hissetmiştim. (DİNLE)
*Senin için buradayım. (Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorun, ya da onlar için ne yapabileceğinizi sorun, ya da ortamda somut bir şey varsa “Senin için su vb. bulmamı ister misin ?’ diye sorun.
*Neler olduğunu anlatmak ister misin?
Ölen (kardeşinizle, oğlunuz ile ilgili) kişi ile olan güzel bir anınızı anlatmak ister misiniz* Ne kadar iyi bir insanmış meğer ne güzel şeyler yaşamışsınız.
*Duyguları paylaşmak içinde tutmamak çok iyi gelir, bana anlatamazsan bile sevdiğin, güvendiğin arkadaşına, akrabana anlat olur mu?
*Bazen hiçbir şey söylemeden yanında oturun. İzin veriyorsa elini tutun, omzuna dokunun.
DEPREM SURESİ (ZİLZAL)
Bismillahirrahmanirrahim
-Yer, şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığında,
-Yer, ağırlıklarını çıkarttığında,
-İnsan “Buna yere ne oluyor?” dediğinde,
-İşte o gün yer, haberlerini söyler.
-Çünkü Rabbin ona vahyetmiş bildirmiş olacaktır.
-O gün, yaptığı işleri kendilerine gösterilsin diye insanlar grup grup çıkarlar.
-Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür.
-Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.
KUR’AN: Zilzal Suresi
DEPREMDE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).
Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.
Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.
Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).
Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.
Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.
Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.
Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.
Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.
Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.
Dr. Özlem GÜLER AYDIN
Psikolog
NASIL BİR DEPREM YAŞADIK
Şimdi size kısaca herkesin anlayabileceği sadelikte dünkü 2 depremin aslında kaydedilen 7.7/7.6 değil, şiddet/enerji boşalımı parametresine göre 11 şiddetinde olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Depremde gerçek güç tanımlaması ve ölçümü yeryüzüne yakınlığı ve süresine bakılarak hesaplanır.
Bu ana kritere göre bakınca “9 saat gibi çok kısa bir zaman aralığında” 7’nin üzerinde aynı bölgede deprem olduğu bugüne kadar dünyada hiç görülmemiş ve yaşanmamış bir olay.
Dünkü yaşanan iki deprem birbirine (30 km) yan yana sayılabilecek bir lokasyonda olmuştur. Bu da bugüne kadar görülmüş bir şey değil.
Burada birçok cahil, bilgisiz ve kötü niyetli insan Japonya’daki yaşanan 9 şiddetinde ki depremle bunu ölçüyor.
Japonya’daki deprem; kıyıdan 110 km. açıkta, okyanusun 28 km. altında yaşanmıştır.
Bizim depremimiz ise yeryüzüne sadece 7 km. gibi çok çok yakın mesafe de olmuştur. önemli aradaki fark ise, iki depremin arasındaki süredir.
Japonya’daki deprem 36 saniye, dünkü yaşanan depremler ise toplamda 103 saniye gibi bugüne kadar yaşanmamış bir uzunlukta sürmüştür.
Bu o kadar büyük ve şiddetli bir deprem ki Trabzon’dan Hatay’a (885 km) Eskişehir’den Kars’a kadar (1340 km) büyük bir coğrafyada çok ciddi şekilde hissedildi.
Peki bu depremin yıkım gücünü bilmeyenlere nasıl gösterebiliriz?
8 şiddetindeki bir deprem 60 megatonluk bir atom bombası kadar enerji üretir.
Dünkü 2 deprem 7.7 ve 7.6 şiddetindeydi.
Şu an dünyadaki en güçlü nükleer savaş başlığı sadece 2 megaton!
işte bu kadar büyük coğrafyada, bu kadar etkili olmasının sebebi yere yakınlığı ve çok uzun sürmesindendir. Yani dünkü deprem; 120 megaton güç çıkışı ile tarihte görülmemiş bir enerji boşalmasına sebep olmuştur.
(60 en güçlü nükleer bomba gücünde)
“2 megaton ne demek, yıkıcı güç olarak ne yapar” sorarsanız; Japonya Nagazaki’ye atılan atom bombası 1.2 megaton gücündeydi.
İşte biz dün arka arkaya “tarihte eşi benzeri yasanmamış devasa büyüklükte” iki deprem yaşadık.
Bunları bilelim ve “lütfen paylaşalım” ki insanlar bilgi kirliliğinde dezerformasyona maruz kalmasınlar.
Son 200 senede Türkiye’de 13 tane 7’nin üzerinde deprem yaşanmış.
İlk defa 9 saat arayla bu kadar şiddetli 2 deprem bu coğrafya da meydana gelmiş..
Daha önce böylesi hiç olmamış, görülmemiş! Bu bir ilk.
İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü Başkanı/Carlo Doglioni:
“Türkiye, 30-40 saniye içinde üç metre hareket etti! Bu daha önce yaşanmış, görülmüş bir durum değil. Bu o kadar güçlü ve şiddetli bir deprem ki yıkılan binaların hepsi depremin enerji dalga boyunun gittiği yöne doğru yıkılmış.
Maraş’ın dağ silsilesinde yaklaşık 40 km’lik bir yarık oluştu. Bu olağanüstü bir durum. Türkiye 3 metre Arap Yarımadası’na doğru kaydı.
Kahramanmaraş’taki depremler o kadar şiddetliydi ki Grönland ve Danimarka’da da hissedildi.”